define( 'WPMS_ON', true ); // True turns on constants support and usage, false turns it off. Mekanlar - Bursa Ansiklopedisi http://www.bursaansiklopedisi.org Bursa hakkında her şey Fri, 30 Nov 2018 16:45:35 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.4.2 Bursa Mevlevihanesi http://www.bursaansiklopedisi.org/content/bursa-mevlevihanesi/ http://www.bursaansiklopedisi.org/content/bursa-mevlevihanesi/#respond Fri, 30 Nov 2018 16:36:19 +0000 http://www.bursaansiklopedisi.org/?post_type=content&p=1687

Bursa’da 1925 yılına kadar 40 kadar tekke bulunmaktaydı. Ancak Bursa, Osmanlı Devleti’nin özellikle kuruluş döneminde sürekli çatışma içinde bulunduğu Karamanoğlu Beyliği’nin desteklediği Konya’daki Mevleviliğe pek sıcak bakmıyordu. Bu nedenle de Kadiri, Eşrefi, Halveti, Bektaşi tarikatları başta olmak üzere birçok tarikat Osmanlı sultanları ve yöneticileri büyük ilgi ve destek görürken, Konya’da ortaya çıkan Mevlevilik Bursa’da ilgi görmedi.

Bursa’da iki mevlevihane olduğu anlaşılmakta. Çekirge yolunda olduğu anlaşılan Bursa’daki bu ilk mevlevihanenin kuruluşu 16. yüzyılın başına kadar geri gitmekte… Ancak bu tekkeden çok, Mevlevî dervişlerinin oturması amacıyla Çekirge yolu Demirhisar mevkiinde yaptırılmış yapı topluluğu idi. Daha sonra geliştirilip tekke olsa da yeteri kadar ilgi görmemesi nedeniyle yokolmuştu. Daha sonra Pınarbaşı’ndaki ikinci Mevlevihane 17. yüzyılda ünlü şair ve şeyh Cununi tarafından kurulmuştu…

Bursa Mevlevihanesi’nin kurulması hikayesi de bu çekinceyi göstermekte:

“Şeyh Ahmet Cünuni, Bağdat Mevlevihanesi’nde mesnevihan iken, alem-i manada kendisine bir taze gül verilmiş. Gerçi gülün şekli ve rengi pek latif ise de kokudan eser olmadığından:

“Ah, ne olaydı, bunun bir de kokusu olaydı” demiş. “Bunun üzerine gülün kokusunu Bursa’da duyabilirsin ” denmiş…

Daha sonra Konya’ya gelen Şeyh Cünuni, Şeyh Ebübekir Çelebi Efendi tarafından Bursa’ya gönderilmek istense de, yaşlılığını bahane ederek gitmek istememiş. Bunun üzerine şeyhi ısrar etmiş:

“Hz. Mevlana, Bursa “burcu evliya” demekle ünlü bir şehr-i dilaradır. Maatteessüf, tarikatımıza mensup bir tekke yoktur. Sizi ol canibe gönderelim,” dese de ikna olmaz. Söylenceye göre Cünuni Dede, Bağdat’ta gördüğü rüyasını hatırlayıp bu rüyadaki gülün gözünün önüne gelmesi üzerine Bursa’ya gitmeye karar vermiş…

Kuruluş:

1615

Kurucu:

Sultan I. Ahmet’in desteği ile Cünûni Ahmet Dede

Yeri:

Pınarbaşı

Bursa Mevlevihanesi ne zaman ilgi görmeye başladı?

Bursa Mevlevîhanesi, Sultan I. Ahmet’in desteği ile Cünûni Ahmet Dede tarafından 1615 yılında tamamlanmıştı. Bursa Mevlevîhanesi, bir zamanlar bataklık olan Pınarbaşı’nda kurulmuştu. Pınarbaşı’nın bir diğer özelliği de, bu bölgede 5-6 tekkenin bir arada bulunmasıydı. Ne garip ki, Bursa Mevlevîhanesi,  bu dergahların en büyüğü ve en genişiydi.

Mevlevihane’de tek katlı bir türbe ile ufak bir mezarlık dışında, bir meydan odası, semahane, derviş hücreleri ile mutfaklar vardı. Gezgin Tournefort’un 1717’de yayımladığı gravüre göre Mevlevihanede’deki semahane, kırma çatılı, minareli, iki sıra pencereli, üç kubbeli son cemaat yeri olan bir cami şeklinde gösterilmiştir. Türbeye bitişik meydan ve köşe hücreleri, doğu kısmında ise kilerli bodrum katlı çilekeş canlar odası ile haremin sonunda, altında bir hamam ile bodrumda bir çamaşırhane vardı.

Bursa Mevlevihanesi, 18. yüzyılda sultanların gözdesi olmuştu. Nitekim Sultan Abdülmecit 1844 yılında  Bursa’ya geldiğinde Mevlevihane’ye at üstünde gitmiş.  Mevlevihane bahçesindeki havuzun çağlayarak akışı pek hoşuna gitmiş. O sudan içmiş. çevihane avlusunun kuzeybatısında bulunan bu büyük havuz dışında bahçede çiçekli gezinti yolları ve meyve ağaçları bulunuyormuş. Sultan daha sonra dervişlere ayrı şeyh efendiye ayrı hediyeler vermiş. Bu dönemde Mevlevîhane’nin bazı bölümleri tamir ettirilip bazı ekler yaptırılmış.

Mevlevi dervişlerinin aydınlığı

1722 yılında dergah bir onarım görmüştü. 1775 yılında da, Mevlevîhane harap ve çökmek üzere iken Cizyedarzade Hacı Hüseyin ve Hassa mimarı İsmail Halife’nin de katkılarıyla yeniden onarıldı. 1820 yılında ise, kendiside Mevlevi olan Hüdavendîgar valisi Nuri Paşa’nın çabasıyla yeni bir semahane inşa edilip eski semahanenin yeri açık bir namazgâh yapıldı.

Başta ünlü hekim Ömer Şifai  olmak üzere birçok şair ve müzisyen yetiştiren Bursa Mevlevihanesi’nin kadın dervişleri de vardı. Şair Ümmü Gülsüm Hanım da bunlardan biriydi…

Şeyh Mehmed Dede Efendi zamanında, Şah Eşref adında bir uyanık İran’dan gelip aklı sıra Bursalılara keramet gösterisi yapmak amacıyla, geceleri “vasıta-i rühaniyyün” ile taşlatırmış. Halk bu durumdan şikayetçi olunca, bir dervişle haber gönderip:

-“Bizden mahsus selam ediniz, Bursa’da bu kadar ikametleri kafidir, artık seyahatlerine devam etsinler, Bursa’yı da boş zannetmesinler. Bu taş atma keyfiyeti bize malumdur, bizi müdafaaya mecbur etmesinler” demiş. Bu hikaye, Bursa’da uydurma keramet gösterme çabası içinde olan uyanıklara şeyhlerin tutumunu göstermesi açısından ilginç bir örnek..

Gezginlere göre Mevlevihane

17. yüzyılda Evliya Çelebi’ye Bursa Mevlevihanesi diğer tekkelerden daha bakımlıydı. 70-80 odalı sema alanı ile donatılmış, bağ ve bahçe ile bezeliymiş. Bir de Mevlevihane Mesiresi varmış: “Haftada iki kez tüm ahbap ve dostlar toplanarak Mevlana mukabelesi yapılır, sema sefasından sonra da çimenli alanda, çok gönül açıcı aşıklar zevk ve sefaya dalarlarmış.”

17. yüzyılın ortalarında Mari de Launay’a göre ise diğer Mevlevi tekkelerinde olduğu gibi burada dahi dervişler aleni olarak ayin yapılmaktaymış. Müslüman olmayan yabancılar da ayinde kabul olunup, ayini güzelce görebilmeleri için özel yer ayrıldığını. yazmıştır. Gezgin izlediği bu ayini uzun uzun anlatır.

17. yüzyılda MehmetZiya da, bir gece arkadaşlarınla, ellerinde fenerlerle Mevlevihane’ye gitmiş:

“O gece saat 04.00’e kadar tekkede kaldık. Ertesi günü Cuma olduğu için bizi zikir gününe davet ettiler. Zikir günü öğleden sonra dergaha geldik. Tekke, çok geniş bir bahçenin ortasında olup geniş, süslü bir semahaneyle çeşitli odalardan oluşuyordu.

Önce dergahın Niyazbaşısı Hafızzade’nin odasını ziyaret ettik. Hafızzade o gün mukabelede okunacak hicaz peşrevi geçiyordu. Sonra dergaha girdik. Bir süre sonra şeyh efendi geldi. Hutbe okundu, namaz kılındı. Herkes yerli yerinde edep ve nizam ile oturdu. Dervişler sessizce beklerken na’at okundu. Onun ardından güzel bir taksim, daha sonra yukarıda değindiğim gibi hicaz peşrevi terennüm edilmeye başlandı. Bu sırada hep birden ayağa kalkıldı. Dervişler önde dönülerek semaya başladı. Mukabele bir saat kadar sürdü.”

19. yüzyılın ilk yarısında Dr. Bernard’a göre Mevlevihane’de haftada bir gün sama yaptıklarını yazar: “Öğle namazı sonrasında ilk önce manzum bir kaside okunur. Sonra ney ve kudüm çalarak semaya başlarlar. 3 çeyrek saat kadar süren bu törenden sonra tümü sessizlik içinde kalırlar. Yalnız biri ayakta olduğu halde dua eder ve ayin bu şekilde sona erer.”

1879 yılında Bursa’ya gelen Rus Nikola Naçov da, Manol Amcasıyla beraber cuma günleri dervişlerin nasıl döndüklerini izlemek için Mevlevihane’ye gitmekteymiş:

“Giriş; cinsiyet, yaş ve milliyete bakılmadan bütün ziyaretçiler için ücretsizdi. Mevlevihane, çok odalı bir bina olup çevresinde çimenler ve çiçeklerle, büyük çınar ve servi ağaçları vardı.

Semahanede; süslenmiş Türk hanımlarıyla Hıristiyan erkek ve kadınları bulduk. Biraz sonra dervişler de girdi, saydım, tam 18 kişiydiler. Az sonra onların şeyhi de geldi. İlk önce dervişler kısa bir dua okudu, sonra hepsi göğüslerine ellerini bağlayarak sırayla eğildi ve pürüzsüz tahtalar üzerinde harman büyüklüğünde bir daire içinde dönmeye başladı. Dervişler, gri keçe kavuklarla, beyaz geniş feracelerle, açılmış kol ve kapalı gözlerle yalın ayaklarını değiştirerek dönüyorlar, bir tür kaval olan neyler üfleniyor ve dümbelekler vuruluyordu. Ve bu daracık yerde nasıl da hiç kimse kimseye, dağılmış feracenin ucuyla bile dokunmadı. Yaklaşık 3-4 saatlik dönüşten sonra dervişler aniden durdu, belki de şeyhlerinin verdiği bir işaretle, sonra yeniden dönmeye başladı ve iki defa daha durdular.

Dervişlerin hepsi genç, boylu boslu ve yakışıklıydı. Bunlar bir çeşit Türk keşişleri olup, evlenmelerine izin verilir ve uzun cüppeler taşırlar. Dönmeyi bir ibadet olarak görür, dönerken kendilerinden geçer ve Allah’a yakınlaşırlar. Bütün izleyiciler, özellikle de Türk erkek ve hanımlar, bunları hayranlıkla izledi.”

Mevlevihane nerede?

1925 yılında tekkeler kapatılınca, Mevlevihane de kapanmıştı. Ancak binalar çeşitli amaçlarla kullanılmıştı. Selamlık dairesi bir ara askeri kışlaya dönüştürülürken, harem dairesi ise şeyh ailesinin konutu olarak ayrılmıştı. Semahane de bir süre mescit olarak kullanılmıştı. Ancak son şeyh Şemsettin Efendi’nin ölümünden sonra bu semahane depo ve at ahırı olarak kullanılmıştı.

Zamanla bakımsızlıktan harap hale gelmiş olan semahanenin bulunduğu yere, Bursa Belediyesi tarafından 1953 yılında büyük bir su deposu yapıldı. 1958 yılında ise türbenin yerine betonarme yeni bir türbe inşa edilmişti. Bugün kilit altında tutulan bakımsız türbe ancak dışarıdan görülebilmektedir.

Bursa Mevlevihanesi’nin bugün nerede olduğunu bilen çok az kişi vardır. Elde bulunan fotoğraf, yazılı ve belgelerden yararlanıp Mevlevihanenin bir bölümü yeniden yapılabilir. Ancak bu yapılmasa da, 2007 “Dünya Mevlana Yılı” kapsamında hiç değilse mezarlığın çevre düzenlemesi yapılmalıdır. Sanırım Osmangazi Belediyesi bu konuya da el atmış durumda. Umarım Mevlana’ya laik güzel bir çalışma olur…

The post Bursa Mevlevihanesi first appeared on Bursa Ansiklopedisi.

]]>
http://www.bursaansiklopedisi.org/content/bursa-mevlevihanesi/feed/ 0
Türkiye’nin İlk Dokuma Atölyesi Tekkede Kuruldu http://www.bursaansiklopedisi.org/content/turkiyenin-ilk-dokuma-atolyesi-tekkede-kuruldu/ http://www.bursaansiklopedisi.org/content/turkiyenin-ilk-dokuma-atolyesi-tekkede-kuruldu/#respond Sun, 04 Nov 2018 18:57:01 +0000 http://www.bursaansiklopedisi.org/?post_type=content&p=1598

Giriş

Bursa, ülkemizin, hatta dünyanın en eski ve en önemli tekstil sanayi merkezlerinden biri. Bursa’da Bizans döneminden bu yana ipek böcekçiliğinin yapıldığı bilinmekte. Ancak, ipeklerin işlenip kumaş yada havlu olarak üretime ne zaman ve nasıl geçtiğine ilişkin bilgilere sahip değildik. Oysa artık bu biliye sahibiz. Bursa Kadı Sicillerinde rastladığım bir belgede, Bursa, dolayısıyla ülkemizdeki dokuma sanayi, dinsel bir kurum olan bir tekkede başlamış…

Türkiye’de ilk dokumacılık bir tekkede başladı

Türkiye’de ilk yün, pamuk ve ipekli dokumacılığı; 853/1437 yılında, Bursa’da başladığı, bulduğumuz bir belgeden anlaşılmaktadır. Bu belgeye göre Karanfillibayır bölgesinde kurulan Üçkuzular Tekkesi’nin hareminde ilk dokuma sanatı gelişmiş. Bu aile, daha sonra da burada dokuma sanatını geliştirmiş. Belgeye göre dokuma sanatını, Buhara’dan Bursa’ya göç eden Şeyh Seyfeddin, Açıkbaş Mehmetve Ali adlı kardeşlerin getirdiği yazılmaktadır.

Şeyh Seyfettin’in 1447’de ölmesiyle, kızı Dürriye Hanım’ın tekkenin hareminde, annesi Zehra Hatun’un öğretmesiyle dokuma sanatı Bursa’da başlamış… 1591 yılında ise dokumacılığı, bir sanat ve ticaret haline getiren, yine aynı aileden Hürmüze Hatun olmuş. Üçkuzular Türbesinde yatan Hürmüze Hatun’un, Şeyh Muhittin’den olan Ömer, Abdi, Mustafa, Abdurrahman ve İbrahim adlı çocukları da bu türbede yatmakta…  Önceleri bez, yaygılık, örtülük, elbiselik yapılmaktaymış.

Belgeye göre önceleri pazara sunulmayacak genişlikte olmayan bu sanat, ancak mahalle içinde yaygınlaşmış. 1591’da Hürmüze Hatun, Bursa’nın Veledienbiya Mahallesinde, Bursa’nın ünlü şeyhlerinden Muhittin Bursavi ile evlendikten sonra, kendi neslinden yadigarı saydığı bu sanatı geliştirmek üzere öğrenci yetiştirmeye başlamış. Böylece halk arasında yaygınlık kazanmış. Yünden ve pamuktan üretilen ipekli ve yünlü kumaşlar, tüm ticaret yaşamında büyük ilgi görmeye başlamış. Kızlarıyla birlikte yetiştirdiği öğrenci adedi 20’yi bulmuş. Belgeye göre böylece Hürmüze Hatun, dokumacılığın kurucusu olarak adı anılmış.

İlk dokuma tezgahı:

853/1437 yılında Karanfillibayır bölgesinde kurulan Üçkuzular Tekkesi’nin hareminde ilk dokuma sanatı gelişmiştir

İlk fabrika:

Fransız Glaizal'ın ailesine ait

Kuruluş Yılı:

1831-1834

Bursa’da ilk fabrika ne zaman kuruldu?

Bursa’da ipekçilik sanatı çok eskilere dayansa da, bunun bir sanayi olarak sürdürülmesi ancak 19. yüzyıla gerçekleşmiştir.

Bursa’daki geleneksel üretimden makineleşmeye geçilmesi, öncelikle teknoloji ve sermayeye gereksinim duymaktadır. Bu sermaye de dışarından gelmiştir. Yabancılar sadece sermaye değil, teknoloji de getirmiştir. 1830’lu yıllarda Avrupalı tüccarlar, işgücünün ucuzluğu nedeniyle Bursa’da yatırım yaparak, ipek sanayiinin kurulmasını sağlamıştır.

Bursa’da üretilen ipeğin başlıca pazarı İngiltere ve Fransa idi. Bursa’da yaşayan yabancı ipek tüccarları, Bursa’da üretilen ipekleri, Avrupa’daki fabrikalarında işlemek üzere satın alıyordu. Ancak 1831-1834 yıllarında Lyon’da başlayan grevler dalgası nedeniyle Avrupalı fabrikatörler, Avrupa’daki teknolojiyle üretim yapan fabrikalarını Bursa’da kurmaya başladılar.

Bursa’da ilk ipek fabrikasını, 1833 yılında Fransız Glaizal ailesi kurdu. Bu tarihe kadar ipek üretimi evlerde ve mahallerde, el ve ayakla çalışan mancınıklarla yapılmaktaydı.

Gündüz Ökçün’e göre Bursa’da ilk fabrika, 1833 yılında Konstan Bay tarafından açılmış. Daha sonra 1843 yılında, Boduryan Akpos ve Karnik’in yaptırdığı fabrikalar açılmış.

Fabrikalar bir yıl sonra yanmasından sonra Falkeisen, Henry et Daniel Muralt fils et Cie isimli bir İsviçre firması ile ortak olarak 1845 yılında ikinci fabrikasını kurmuş. Goudard isimli bir Fansız ipekçinin işçileri eğitmesi sonucunda ilk sezonun sonunda Falkeisen ve ortakları Lyon’a ihracat yapmayı becermişler. O yıllarda çalışanların çoğunu oluşturan Hıristiyan azınlıklar, fabrikanın açılmasına karşı koydularsa da Falkeisen, Bursa piskoposunu fabrikaya davet edip, “fabrikayı takdis ettirdikten sonra” direniş sona ermiş. Daha sonra Osmanlı Ermenisi Boğos Bilezikçi ve damadı Agop Düzoğlu, İtalya’dan getirttikleri ve yaklaşık 150 çıkrık kapasiteli bir filatür fabrikası kurmuş. Bu noktada ilginç olan Bilezikçi ve Düzoğlu’nun, 1843 yılında Bursa’da Mizan-ı Harir Mukataası’nın mültezimi olmalarıdır. İki eski mültezimin kurdukları fabrikalarda çekilen iplik önceleri Hereke’deki saray için üretim yapan dokuma fabrikasına satılıyordu.

Bursa’da ilk yerli girişimciler

Bursalı dokumacılar da, yabancıları taklit ederek kendi fabrikalarını kurmayı denemişler. Bursa ipekçi esnaf loncasının tekeli nedeniyle, İstanbul’da ipek çekme tekniğinde yapılan gelişmelere önceleri izin vermemiştir. Bunun üzerine, taş pedalla üretim yapmak üzere Bursalı dokumacılar para toplayıp yedi mengehane kurarak, ilk teknolojik gelişmeyi sağladı.

Böylece, daha önce bazı dokumaları perdahlamak üzere İstanbul’a götürülmesine son verildi. 1815 yılında Bursalı kumaşçılar, Padişaha başvurarak, taş makinesi ihracı için ferman istemiş ve Sultan tarafından da onay alınması İstanbullu işletmelerin tepkisene neden olmuştu. Çünkü Mahmutpaşa civarında bu tarihte taş makineler yapılmaktaydı. Bu olay üzerine Sultan’a dilekçeyle başvuran İstanbullu kumaşçıların tepkisi nedeniyle Sultan, Bursalılara sadece bir taş makine ihracı için izin vermiş.

1846 yılında da bu makinelerin tamir görmesi için izin verilmiştir. 1844 yılında Fransa’dan gelen bir ipekçi ustası, Bursa’da bir ipek atölyesi kurmuş ve yeni tarz ipeğin nasıl çekileceğini göstermeye başlamış.

Yine 1840’lı yıllarda da, İsmet Paşa adında eşraftan bir kişi, dokuma makineleri ve Avrupa tarzını getirmeye çalışmış. İsmet Paşa, bir süre evinin yanında bu fabrikayı kurmuş ve İtalyan modeliyle bir düzine makineyle üretime geçmiş. Bir İtalyan’ı bile işe almasına karşın yerli zenaatkarı çalıştıramamış. Beş yıl Avrupa ipeklilerinin taklitlerinin üretimi denemesi başarısızlıkla sonuçlanmış.

Kapitilasyonlar Bursa sanayisini çökertti

1838 yılında önce İngiltere, ardından diğer Batı devletleri ile imzalanan ticaret anlaşmaları Osmanlı Devletini bir çeşit açık pazar haline getirmişti. İthal gümrükleri yüzde 3 ile dondurmuş olmasına karşın, Osmanlı Devleti dışarıya sattığı mallara yüksek gümrükler uygulayabiliyordu. Örneğin Bursa ipeğinden yüzde 5’ten yüzde 22’e kadar, ortalama yüzde 10-15 oranında ihraç vergisi alınırken, yabancılar sadece yüzde 3 gümrük ödemekteydi. Bu durum da yerli üreticiyi, Avrupalı üreticiler karşısında savunmasız, hatta haksız bir rekabete bırakıyordu.

Emperyalizmin Türkiye’yi etkisi altına almadan önce, Bursa’daki ipek sanayi Türklerin elindeydi. Azınlıklara ait ipek tezgah sayısı çok azdı. Örneğin 1831 yılında ipek üretiminde önemli bir iş gören toplam 180 dolapçının tamamı Müslüman idi.

Batılı ülkelerin Osmanlı Devleti ile ticaretinde muhatabı Osmanlı Devleti ve Müslüman unsurlar değil, Hıristiyan Rumlar veya Ermeniler idi. Böylece İmparatorluk sınırları içinde yaşayan Rum ve Ermeni azınlıklar aracı bir rol edinince ipek ve dokuma sanayi azınlıkların eline geçti.

1500’lü yıllarda Bursa’da 1.250 lidre ipeğin dokunduğu 1.000 tezgah vardı. Ancak kapitilasyonlar ve İran’dan gelen ham ipeğin, İran savaşı nedeniyle aksamış olması, Bursa’daki tezgah sayısını düşürmüştür. 1831 yılında, Bursa’daki tezgah sayının 407’e indiği kayıtlardan anlaşılmaktadır.

Bursa’nın 600 yıllık ipek sanayi son 30 yılda yok oldu…. Ülkemizdeki ilk dokuma atölyelerinin kurulduğu Bursa’nın dokuma sanayi de bugün bir sarsıntı geçiriyor. Geleneksel bir sanayii olan dokuma sektörüne devlet sahip çıkmalı, yoksa ipekçilik gibi 5-10 yılda yok olabilir.

The post Türkiye’nin İlk Dokuma Atölyesi Tekkede Kuruldu first appeared on Bursa Ansiklopedisi.

]]>
http://www.bursaansiklopedisi.org/content/turkiyenin-ilk-dokuma-atolyesi-tekkede-kuruldu/feed/ 0